18. YILINDA 28 ŞUBAT POSTMODERN DARBE VE MİLİTARİST VESAYET

“28 Şubat darbesi” adı verilen militarist kalkışmanın üzerinden tam 18 yıl geçti.  28 Şubat 1997, MGK üyesi generaller tarafından, dönemin hükümetine karşı siyasi, sosyal, ekonomik  bürokratik ve tüm alanlarda etkisi uzun yıllar devam ettirilmek istenen bir darbe süreciydi.

28 Şubat darbe süreci, laiklik çağdaşlık batılılaşma gibi değerleri halka zorbalıkla benimsetmek, siyasetin işleyişini silahla hizaya sokmak için andıç , brifing, provokasyon, psikolojik savaş ve en nihayeti de darbe gibi ülke halkının hiç yabancısı olmadığı, insanlık dışı araçların kullanılmasından başka bir şey değildir. 28 Şubat, silahla bürokrasi tarafından bütün ülkeyi abluka altına almak, toplumsal kesimleri resmi ideolojinin elinde rehin tutmak, insanlık onuruna akıl ve mantık ilkelerine deli gömleği giydirmek üzere, düzen çeteleri tarafından organize edilen 28 Şubat darbe süreci, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiştir.

Bu süreçte partiler, dernekler, vakıflar kapatılmış, halkın çoğunun kendi elleriyle yaptırdığı imam hatip liseleri ve Kur’an kurslarına kilit vurulmuş, hatta hukuksuzlukta sınır tanımayarak binaları dahi gasp edilmiştir. Bu haliyle, evrensel hukuk ilkeleri yerine; darbe hukukunu ikame etmişlerdir.

Söz konusu süreçte düzen güçleri, “irtica karşıtlığı kılıfı” adı altında, İslami kimlik ve sembollere karşı topyekûn savaş başlatmışlardır. Şüphesiz, bu kirli savaşın sembolü ise başörtüsü olmuştur. Üniversitelerden başlatılarak yaygınlaştırılan başörtüsü yasağı ile ilgili zorbaca uygulamalar, on binlerce başörtülü kadının inancına uygun bir şekilde okuması engellemiştir. Hatta iş o raddeye vardırılmıştır ki, peruk bile başörtüsü gibi yasak kapsamına aldırılmıştır. Bu süreçte, kimliğine sahip çıkmak amacıyla üniversite önlerinde eylem yapan öğrencilere coplu, köpekli saldırılar ise hala zihinlerde tazeliğini korumaktadır. 

Bugün gelinen noktada, İslami kimlik ve taleplere duydukları derin öfkeyi, açık, sistematik ve vahşi bir militarist dayatma şeklinde dışa vuran darbeci kadroların, halkı korkutma, sindirme ve istedikleri doğrultuda yönlendirme hesaplarının bir kere daha iflas etmiş olması, şüphesiz çok sevindiricidir. Aynı zamanda, 28 Şubat dönemi kararlarının Başbakanlık tarafından yayınlanan bir genelge ile hükümsüz kılınması da çok önemli bir adımdır. Uzun bir gecikmeyle de olsa 28 Şubat darbesinin yargılamasının ve cuntacı kadrodan hesap sorulmasının da , öncelikle toplumun ciddi biçimde incinmiş adalet duygusunun tamiri açısından önemli bir gelişmedir.

Ne var ki, darbecilerden hesap sorulmasına sevinmekle birlikte; 28 Şubat yargılamalarının sadece darbenin askeri ayağı ile Batı Çalışma Grubu (BÇG) adlı yapılanma içinde yer almış isimlerle sınırlandırılmış olması, vahim bir yanlıştır. 28 Şubat süreci, askerlerce planlanmış olmakla birlikte, siyasetçilerden sermayeye, akademi dünyasından medyaya kadar geniş bir yelpazede görev almış kadrolarca icra edilmiştir., darbenin bu aktörlerinden de hesap sorulmalıdır. Unutmayalım ki; silahsız kuvvetler olarak, 28 Şubat cuntası adına sahaya inen ve meşru bir hükümeti düşürmek adına toplumda sürekli bir biçimde gerilim , çatışma , sindirme , itibarsızlaştırma ve etkisiz kılma amacı güden  kurumların BÇG’den hiçbir farkları yoktur. Beşli çete namıyla maruf sözde STK ‘ ların 28 Şubat darbe yargılamalarından ayrı düşünülmesi büyük bir zaaf olur. 

Memur-Sen ve Sağlık-Sen 28 Şubat sürecinde beşli çete kurarak, demokrasi dışı oluşumlara destek olan sözde STK’ların aksine, gücünü kendisini var eden her bir bireyinden alan bir STK olarak bu ülkeye, bu ülkenin insanlarına ve medeniyet değerlerine sahip çıkmıştır. Kurulduğu günden bu yana temsil ettiği kitlelerin hak ve hukukunun korunması ve geliştirilmesi konusunda verdiği mücadelenin yanında ; Türkiye demokrasisinin kurumsallaşması, hukukun hâkim kılınması, insan temel hak ve hürriyetlerinin korunması, sosyal adaletin sağlanması, toplumsal barışın sağlanması ve çalışma barışının temini için mücadele vermeyi, kendisi için varlık sebebi saymıştır. Memuru, işçiyi, emekliyi, çiftçiyi kısacası bu ülkenin üreten insanlarını yıllarca sömüren vesayetçi yapıların karşısında durarak, örgütlü mücadelenin en güçlü sesi olmuştur.

Özgürlük alanlarının genişletilmesine, gasp edilmiş, alıkonulmuş hakların iadesi için Anayasal, yasal ve yapısal değişimlerin gerçekleşmesi için verdiği mücadele ile insanlarımızın ve çalışanlarımızın umudu olmuştur. 

Bu anlamda, 10-11 Ocak 2015 tarihinde Ankara Rixos Otel’de 1200 kişinin katılımı ile 5.Olağan Genel Kurulumuzu, tam bir demokrasi, kardeşlik, hoşgörü, coşku, başarı ve samimiyet içerisinde gerçekleştirdik. Genel Başkanımız ve protokol konuşmalarından da anlaşıldığı gibi insan haklarının gelişme imkânı bulduğu ülkemizde, özgürlüklerin genişletilmesi ve hakların iadesi konusunda atılan her adımı desteklemek ve yerini bulmamış hakların verilmesi için mücadeleye devam etmek Sağlık-Sen’in yeni dönemde de en önemli tavrı olacaktır. Eşit koşullarda yaşamayı sağlayacak, Anayasal ve yasal değişimlerin sağlanması için mücadelemize devam edeceğiz.

Sağlık-Sen olarak, demokratik bir yapıya sahibiz. Yönetim olarak, her bir üyemizin görüşü yönetimde makes (değer) bulmaktadır. Eğitim kalitesinin arttırılması ile birlikte, nitelikleri zenginleşecek tüm üyelerimizle birlikte, Sendikamızın eylem ve çalışma planını oluşturarak, klasik sendikal alışkanlıkla değil; daha demokratik, daha eşitlikçi bir sendikal anlayışıyla parametreleri geliştirmeye çalışacağız.

Sağlık-Sen hizmet yolculuğu devam etmektedir ve bu yolcukta her daim hizmetinizde olduğumuzu belirtiyor, destek ve dualarınızı bekliyoruz.

Bedenen salim, amelen salih kalmanız dileğiyle…

  • PAYLAŞ :